Toplumsal

PYGMALİON ETKİSİ: KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET

Soru: Bireyler ve gruplar hakkındaki beklentilerimiz, görüş ve inançlarımız, o kişi ve toplumların davranışlarını değiştirir mi?

Yanıt: Evet

 

Soru: Bir insan neyse o değil midir? Benim o insan hakkındaki düşüncem o kişiyi nasıl değiştirebilir?

Yanıt: Bu sorunun cevabını aşağıdaki yazıda bulabilirsiniz.

 

Harvard Üniversitesi profesörlerinden Robert Rosenthal ve Lenore Jacobson, 1971’de 18 öğretmen ve 650 çocuğu kapsayan bir araştırma yapmışlardır. Kendini Doğrulayan Kehanet ya da Pygmalion Etkisi adı verilen bu araştırma, sosyal psikoloji alanında bir devrim niteliğindedir.

 

Yaptıkları şey kısaca şu:

Öğretim yılı başında, Rosenthal ve Jacobson Amerika’nın yoksul bir semtinde, bir ilkokula gidiyorlar ve öğrencilere “Harvard Başarı Testi” adını verdikleri bir zeka testi uyguluyorlar. Öğretmenlere, bu testin sadece zekayı değil, aynı zamanda çocuğun şu anki durumuna bakılmaksızın, bir sonraki yıl kimlerin daha başarılı olacağını gösteren bir test olduğunu söylüyorlar.

 

Aslında, araştırmacılar, test sonuçlarıyla ilgilenmiyorlar. Sınıf listelerinden rastgele bazı isimleri seçip, isimleri öğretmenlere bildiriyorlar. Aynı zamanda, bu öğrencilerin fırsat verilirse akademik olarak başarılı olabileceklerini söylüyorlar.

 

Özetlemek gerekirse, bu seçilmiş çocuklarla, sınıfın geri kalanı arasında gerçekte hiçbir fark yok. Ama öğretmenler, bu çocukların rastgele seçildiklerini bilmiyorlar.

 

Sene sonunda, araştırmacılar tekrar geliyorlar ve çocukların karne notlarına, öğretmenlerin değerlendirmelerine, sınıf içi davranış puanlarına, arkadaş ve yetişkinlerle olan ilişkilerine bakarak, bu seçilmiş çocukların, her sınıf düzeyinde, ciddi bir şekilde öne geçtiklerini gözlemliyorlar. Bu çocukların entelektüel olarak daha meraklı olduklarını, sınıfta daha çok soru sorup derse katıldıklarını, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla çok daha sıcak ve yakın ilişkiler kurduklarını, kendilerine daha güvenli olduklarını buluyorlar. Öğretmenler ayrıca, bu “özel” öğrencilerin daha düzgün ve aklı başında davrandıklarını ve geleceklerinin diğerlerine göre daha umut verici olduğunu söylüyorlar.

 

Öğretmenlerin bu değerlendirmelerinin yanı sıra, araştırmacılar, sene başında yaptıkları testi bir kez daha uyguluyorlar. “Akademik olarak parlak” olduğu söylenen bu seçilmiş çocukların, diğerlerine göre daha yüksek puanlar aldıklarını ve hatta öğrencilerin yaşları küçüldükçe, bu farkın çok daha büyük olduğunu saptıyorlar.

 

Peki, ne oldu da başlangıçta rastgele seçilmiş çocuklar olmalarına rağmen, sene sonunda gerçekten diğerlerinden farklı “özel” çocuklar haline geldiler?

 

Kehanet kendini doğrulamış oldu.

 

Araştırmacılar, bazı çocukların “daha başarılı olabileceklerini” söyledikten sonra, öğretmenler farkında olmadan, öğrencilerden bekledikleri başarıyı desteklemeye başlıyorlar.

 

Ayrıca, sınıf ortamında davranışları gözlemlenen öğretmenler;

 

  1. Bu öğrencilerle daha çok zaman geçiriyorlar.

 

  1. Bu çocuklara bir şeyler öğretmek konusunda daha istekli davranıyorlar.

 

  1. Farkında olmadan bu öğrencilere karşı diğerlerine göre daha sıcak davranıyorlar.

 

  1. Daha çok göz teması

 

  1. Bu öğrencilere daha yakın duruyor, arada başlarını okşayıp, sırtlarını sıvazlıyorlar.

 

  1. Bir soru sorduklarında, cevabı alabilmek için daha uzun süre bekleyip, bileceklerine inandıkları için kolaylaştırıcı sorular soruyorlar. Cevabı bilemediklerinde olumsuz yargılama yerine “Hadi, sen bunu bilirsin” gibi teşvik edici sözler söylüyorlar. Bu öğrencileri başartmak için uğraşıyorlar.

 

  1. Soruların cevabını bildiklerinde takdir

 

  1. Bu çocukların öğretmenler tarafından daha çok takdir edildiğini gördükçe, arkadaşları da bu çocuklara daha farklı ve saygıyla yaklaşıyorlar.

 

Sonuç olarak, bu “özel” öğrenciler kendilerini daha yetenekli ve akıllı hissediyorlar ve onlar da gerçekten farklı davranmaya başlıyorlar.

 

Bu çocuklar, dışarıdan bir müdahale ile bambaşka bir kaderin içine giriyorlar ve yeniden yaratılmış oluyorlar. İşte bunun için bu olaya Kendini Doğrulayan Kehanet veya Pygmalion Etkisi deniyor.

 

Yunan mitolojisine göre, Kıbrıs prensi olan Pygmalion bir heykeltıraştır. Bir gün fildişinden bir heykel yapar. Bu heykel ona göre ideal kadını temsil eder ve ona Galatea ismini verir. Galatea o kadar güzeldir ki, Pygmalion ona aşık olur ve tanrıça Venüs’e ona hayat vermesi için yalvarır. Venüs onun isteğini kabul ederek Galatea’ya can verir. Ve onlar ermiş muradına, Pygmalion kendi yarattığı güzel Galetea ile hayatının sonuna kadar mutlu bir  aşk yaşar.

 

Bu hikayede de benzer olarak, Pygmalion (öğretmen) Galatea (öğrenci)’ya karşı bir beklenti içine girer ve Galatea da kendine karşı aynı beklenti içine girer, canlanır ve Pygmalion’un beklediği güzel kadın olur. Zaten olayın can alıcı noktası da budur.

 

Yazının başında da belirttiğim gibi, psikoloji tarihinde bir devrim niteliği taşıyan bu araştırma, şu gerçeği gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır:  Bireyin çevresindeki insanlar ve toplum o kişi hakkında ne düşünüyor, ne bekliyor, neye inanıyorsa, o kişi de kendisinden aynı şeyi bekler, ona inanır, öyle hissetmeye ve öyle davranmaya başlar.

 

Türkçe’de buna uygun sözler de vardır. “Bir insana 40 gün deli dersen, deli olur”, “Sakınan göze çöp batar”, “Aklıma gelen başıma geldi” gibi.

 

Bernard Shaw’un 1916 yılında yazdığı ve sonradan müzikalleştirilen “My Fair Lady” adlı oyun da bu olguya bir örnektir.

 

Meslek hayatlarının çoğunu eğitime harcamış olan Rosenthal ve Jacobson, öğretmenlerin alt sosyo-ekonomik sınıfa ve azınlıklara ait çocuklara dair beklentilerinin, bu öğrenciler arasında başarısızlığı arttırdığına inanıyorlardı. Onlardan daha önce, 1950’lerin başında sosyolog Howard Becker da yoksul semtlerdeki okullarda, öğretmenlerin farklı öğretim yöntemleri uyguladıklarını ve diğer bölgelerdeki öğretmenlere göre daha az beklenti içinde olduklarını bulmuştu. Sonuçta, bu düşünceler 1971 yılında yukarıda bahsettiğim bilimsel çalışmayla  kanıtlanmış oldu.

 

Bu araştırma bize, aslında her türlü insan ilişkimizde, öteki hakkındaki değer ve inanç sistemlerimizi sorgulamak gerektiğini gösteriyor. Çünkü bizim onun hakkındaki düşünce ve inançlarımız, diğerini gerçekten değiştiriyor.

Travmalar Ülkesi Türkiye

Uzun yıllarca ve ne yazık ki hala günümüzde de süren, Türkiye’nin en temel sorunları olan yoksulluk, işsizlik, terör, göç, ekonomik çalkantılar, ailede, sokakta, okulda, kent ve kırda yaşanan şiddet ve istismar, son dönemde boyutları genişleyen savaş halleri erkek ve kadın nüfus üzerinde çeşitli travmalara yol açmaktadır.

Devamını Oku