Travmalar Ülkesi Türkiye

Uzun yıllarca ve ne yazık ki hala günümüzde de süren, Türkiye’nin en temel sorunları olan yoksulluk, işsizlik, terör, göç, ekonomik çalkantılar, ailede, sokakta, okulda, kent ve kırda yaşanan şiddet ve istismar, son dönemde boyutları genişleyen savaş halleri erkek ve kadın nüfus üzerinde çeşitli travmalara yol açmaktadır.

Depresyon, kaygı, panik atak, öfke patlamaları, takıntılar, cinsel sorunlar veya kişilik bozuklukları şeklinde kendini gösteren birçok psikolojik problem sosyoekonomik durum, bölge, etnik köken, yaş, cinsiyet ve meslek ayırmadan tüm toplumu etkilemektedir.

 

Ölüm, ayrılık, göç, kayıp, hastalık, yoksulluk, doğal veya insan eliyle gerçekleşen felaketler, şiddet ve istismar yaşayan bireyler uygun ve yeterli destek alamadıklarından, ne yazık ki, travma sarmalına girip, birlikte yaşadıkları veya ilişki içinde oldukları diğer insanlara ve kendilerine çeşitli zararlar vererek, bu kısır döngünün devam etmesine neden olmaktadırlar.

 

Özellikle riskli bölgelerde askerlik yapanların dönüşte, en basitinden alkol, uykusuzluk, aile içi şiddet gibi problemlerle boğuşmaları, çocukken fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalmış  ebeveynlerin, kendi ailelerinde şiddeti devam ettirmeleri veya eşlerinden şiddet gören kadınların çocuklarını dövmeleri tesadüf değildir.

 

Mahkeme kayıtlarına göre, son 5 yılda çocuk istismarı vakalarında %42 artış bulunmaktadır. Ülkemizde her 5 çocuktan 1’i cinsel istismara uğramaktadır (CNNTürk, 27.7.2014).

 

Elbette, bu istatistikler mahkemelerce tespit edilen, resmileşmiş rakamlar yani buzdağının görünen yüzü. Savcılığa başvurmayan, aile içinde gizlenen, korktuğu veya utandığı için yaşadıklarını ailesine bile söyleyemeyen mağdur sayısını düşünürsek, yetişkinler tarafından çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının zihin ve vicdanlarımızın kaldırabileceğinin üzerinde olduğunu tahmin etmek zor değil.

 

Diğer taraftan, kadına yönelik şiddetin medyaya yansıyan kısmında gördüğümüz “hergün 1 kadının öldürülmesi” gerçeği, aile içinde yaşanan şiddetin boyutunu yüzümüze çarpmaktadır. Ölümün bir son nokta olduğunu düşünürsek, şiddetin diğer biçimlerinin daha yoğun yaşandığını, tekme, tokat, yumruk, yaralama, cinsel ve psikolojik şiddetin, birçok ailede günlük ve normal davranışlar olarak yaşandığını biliyoruz.

 

Bütün travmatik davranışların yanısıra, yine alkol, madde bağımlılığı veya  ailelerin parçalanması gibi durumlar sonucunda, erkek, kadın ve çocukların travma döngüsüne girip, çevrelerine zarar verdikleri, zarar verdikleri kişilerin benzer bir şekilde veya biçim değiştirerek, dalga dalga ve nesiller boyu travmatik davranışlar sergiledikleri bütün çalışmalarda ortaya çıkmaktadır.

 

Ancak, tüm bu bunaltıcı, çözümsüz ve önüne geçilemez gibi görünen kısır döngüden çıkmanın bir yolu var: Bireylerin sosyal ve psikolojik destek almaları.

 

Bireyi ve yaşadığı koşulları yargılamadan anlamaya çalışan, kişinin kendiyle ilgili farkındalığını arttıran terapi ilişkisi, kişinin özgürleşmesini, o güne kadar devam eden kısır döngünün dışında farklı yollar bulmasını, yeni ve kalıcı seçimler yapmasını sağlar. İçinde bulunduğu sıkışıklıktan kurtulmak için girdiği çözüm arayışında, terapi süreci, hayatının hiçbir alanında bulamayacağı bir fırsat sunar: Değişebilme ve zinciri kırabilme fırsatı.

Birey ve topluma değişebilme fırsatı sunan psikoterapinin, alanında uzman kişilerce yapılması, sürece gerekli özen ve titizlikle yaklaşılması başarı için hayati bir önem taşımaktadır.